COVID, Havacılık ve Seyahat üzerine

1995 yılından beri havacılık sektöründeyim ve yaşanan en zor dönemin 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de gerçekleşen ve sadece havacılığı değil tüm seyahat endüstrisini etkileyen saldırılar olduğunu düşünüyordum. Zira o tarihten sonra başta o dönemde çalıştığım havayolu Swissair olmak üzere pek çok havayolu krize girdi, bugün halen hayatımızda olan sıvı kısıtlamalarından tutun ek güvenlik önlemlerine kadar pek çok yeni uygulama hayatımıza girdi. Seyahat etme şeklimiz ve güvenlik algımız tamamen değişti. 

Kim bilebilirdi ki bir başka krizin 15 yıl sonra seyahat endüstrisini bir kez daha sarsacağını ve seyahat etme şeklimizin ve güvenlik algımızın bir kez daha değişeceğini? 

2019 yılının sonlarında Çin’den gelen haberleri önce çok önemsemedik zira her sene domuz gribi, kuş gribi ve benzeri gripler geliyor, en fazla üç-beş gün yatırıp gidiyordu. Bu sefer öyle olmadı ve artık hiçbir şey aynı da olmayacak. 

Geçen Eylül ayında yeni bir işe başlamış, iş kanunumuz gereği bir seneyi tamamladıktan sonra hak edeceğim tatilimin bir kısmını 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile birleştirip iki haftalık bir yurt dışı tatili planlamıştım. Pandemi nedeniyle evlere kapandığımız bahar aylarında öngörüm haziran ayında hayatın normale dönmeye başlayacağı ve halen bu seyahati gerçekleştireceğim yönündeydi. Pek çok havayolu da planlarını yaz aylarında yaşanacak normalleşmeye göre yapıyordu.

Gerçekler

Şu anda bu yazıyı Bodrum’dan yazıyorum. Geçen hafta, aylar sonra ilk defa buraya gelmek üzere Istanbul Havalimanı’na gittiğimde sıra beklemeden güvenlik kontrolünden geçmek ve dış kapıdan biniş kapısına yaklaşık 15 dakika içinde ulaşmaktan gayet memnun olmuştum ama her şey otobüs ile uçağa geçerken değişti. Istanbul Havalimanı’nda kimi açıkta kimi de yolcu köprülerine sanki yolcu alacakmış gibi yanaşmış uçakların motor ve iniş takımları sarılıp sarmalanmış, korunmaya alınmış hallerini görünce için sızladı. Sektördeki tabiri ile yere çekilmiş (grounded) bu uçaklar kim bilir ne zaman tekrar göklerle buluşacaktı? Buluştuklarında ise bizim yaşadığımız seyahat deneyimi nasıl olacaktı? Bir süredir aklımda dönen bu soruyu üç başlıkta paylaşacağım;

  • Operasyonel sıkıntılar
  • Yolcu talebi ve havayollarının arzı
  • Seyahatin geleceği

Operasyonel Sıkıntılar

Havacılıkta yerde duran uçak zarardır. Bu nedenle Düşük Maliyetli Havayolları (LCC) operasyonlarında uçaklarını maksimum sürede kullanırlar. Zorunlu bakımlar ve kontroller için gereken süre dışında filodaki her uçak mümkün olan en uzun süre operasyonda, yani uçuştadır. Bir uçağın havalimanına inişinden tekrar kalkışına kadar yerde geçen süre (turn-around time) Pegasus, Ryanair gibi havayollarında 30dk. veya altındadır. Kabin temizliği her iki veya üç uçuşta bir yapılır, diğerlerinde çöpler alınıp, tuvalet paspaslanır, etraf toparlanır. Normalde her uçuştan önce yapılan can yeleği kontrolü bile birer veya ikişer sıra atlanarak yapılır zira vakit nakittir. Bu şekilde LCC filosunda bir uçak günün 24 saatin yaklaşık 20-21 saati operasyonda kalır. 

THY, Lufthansa gibi Tam Servis Havayolları (FSC) ise sundukları hizmet nedeniyle yukarıda saydığım kadar rahat değillerdir. Operasyonel veya tarife kaynaklı başka bir sebep yoksa iki uçuş arası yerde geçen süre çoğu zaman bir saat ve üzeridir zira kabinin temizliği, ikramın yüklenmesi, uçağın bir sonraki uçuşa hazırlanması vakit alır. Yine de havayolları bunu optimize etmek için çalışır. 

Kural hep geçerlidir; yerde duran uçak zarardır.

COVID ne getirdi?

İlk sorun geçmişte de olduğu gibi kabinin ve tuvaletlerin temizliğidir. Yolcularına hijyenik bir kabin sunmak isteyen her havayolu her uçuştan sonra belirli prosedürlere bağlı kalarak temizlik yaptırmak zorunda. Bu da her uçağın iki sefer arası yerde geçireceği süreyi uzatacak bir uygulama.

Yeri gelmişken gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki uçağın içindeki hava normal hayatınızda girip çıktığınız pek çok mekândan daha temizdir. HEPA filtreler sayesinde kabin havası %99,9 temizlendiği gibi buna dışarıdan gelen temiz hava eklenir ve yaklaşık her iki-üç dakikada bir kabinin havası yenilenir.

Qatar Airways geçtiğimiz günlerde ultraviyole ışınlarla kabini hijyenik hale getiren bir araç (trolley) kullanmaya başladı. Normal temizlik sonrası belli bir hızda koridordan ilerleyerek kabini virüsten arındıran bir işlem bile ekstra zaman gerektiriyor. Alternatifi ise her koltuk ve masanın anti bakteriyel solüsyonlarla silinmesi.

İkinci sorun ise bizzat Istanbul – Bodrum uçağında yaşadığım yolcu biniş ve iniş sürelerinin uzamasıdır. Sosyal mesafe kurallarına göre yapılan uçağa alım işlemleri (boarding) süresini uzatmaktadır. Aynı şekilde uçaktan iniş sırasında da bir yavaşlama söz konusu. Tercih edilen temizlik ve boarding yöntemleri ne olursa olsun uçakların iki sefer arası yerde kalış süreleri artacak, bu da havayollarının o uçağı gün içerisinde kullandığı sefer sayısını azaltacaktır.

Bunun biz yolculara yansıması ise artan bilet fiyatları olacak zira daha az sefer yapabilecek havayolları karlılıklarını koruyabilmek ve operasyonlarını sürdürebilmek için fiyatlarını buna göre belirleyecek. Türkçesi; o yapılamayan seferlerde uçması muhtemel yolcuların ücretlerini biz ödeyeceğiz.

Yolcu talebi ve havayollarının arzı

Öncelikle şunu belirtmek lazım; iş seyahatleri artık çok daha az olacak zira hiçbir şirket online yapılabilecek bir toplantı için çalışanlarını bir uçağa koyup bir şehirden diğerine göndermek istemeyecek. Düşünsenize Londra’da katılacağınız bir toplantı için sizin oraya uçmanız, bir gece konaklamanız, harcırahınız vs. şirkete en iyi ihtimalle 500$ yazıyor. Yöneticiyseniz ve Business Class uçma hakkınız varsa bu rakam 1.500$. Oysa online toplantının maliyeti 5$ bile değil. Bu da havayollarının en büyük gelir kalemi olan Business Class biletlerine olan talebin ciddi düşmesi demek.

Araştırmalar COVID sonrası yolcu talebinin daha çok kişisel seyahatler (leisure) için olacağını gösteriyor. Bu kategoriye tatiller ve akraba ziyaretleri giriyor. Yani sektörü toparlayacak olan sizin benim yapacağımız kişisel uçuşlar. (Konuyla ilgili bu yazıdan hemen sonra çıkan bir haberi paylaşmak isterim: Tatil Amaçlı Seyahatlerde Patlama Yaşanması Bekleniyor

Burada da maliyet devreye giriyor çünkü iş seyahatlerinde önemli olan toplantınızın kaçta olduğu, o şehre kaçta varıp kaçta döneceğinizken kişisel seyahatlerde daha düşük fiyat belirleyici oluyor. Bu da önümüzdeki dönemde Ekonomi sınıfına talebin artacağını gösteriyor.

Burada Düşük Maliyetli Havayolları (LCC) çok avantajlı bir durumda. Mevcut iş modellerini değiştirmeden, hijyen standartlarını arttırarak önümüzdeki dönemde talep-arz dengesinde doğru bir nokta yakalayabilirlerse bugün dünyada ve Avrupa’da sahip oldukları %33 payı çok daha yukarı çekebilirler. Üstelik Airbus’un A321-XLR gibi uzun uçuş yapabilen tek koridorlu uçakların devreye girdiği bugünlerde sadece Tam Servis Havayolları (FSC) tarafından uçulabilen noktalarını da uçuş ağlarına ekleyerek çok farklı noktalara gelebilirler. Düşünseniz Pegasus veya AnadoluJet ile Istanbul’dan New York veya Bangkok’a %30 daha ucuza uçabildiğinizi.

Seyahatin geleceği

İnsanoğlunun yeni yerler görme, yeni kültürleri keşfetme isteği her zaman oldu. Gemiler ve trenler vakti zamanında nasıl seyahati kolaylaştırdıysa havacılık dünyayı görece uygun fiyatlara ulaşılabilir kıldı. Sabah Istanbul’da yediğiniz kahvaltıyı 7-8 saat sonra dünyanın bir başka köşesinde doğaya bırakıyor olmanız bizim doğamıza pek uygun olmasa da bugün dünyanın herhangi bir noktasına 24 saat içerisinde ulaşmanız mümkün.

Bundan geri dönüş yok. Ancak uygun fiyat kısmı biraz şüpheli zira yukarıda bahsettiğim nedenlerle uçak biletleri eskisi kadar uygun olmayacak. Evet Ekonomi sınıfı da ucuz olmayacak. Bir de bizim gibi parası Dolar veya Euro karşısında ezik olan ülke vatandaşları için seyahat bir lüks olacak. Bu da hepimizi seyahatlerimizi daha özenli planlamaya itecek. 29 Ekim tatili perşembe gününe denk geliyor, köprü yapıp İtalya’ya gidelim artık geride kaldı.


Geçmişte olduğu gibi uzun ve anlamlı seyahatlerin bizi beklediğini düşünüyorum. 1890 yılında Orient Express ile Paris’ten Istanbul’a günlerce süren tren yolculuğu ile gelen, sırf bu trenin yolcuları için yapılmış olan Pera Palas otelinde kalan ve Istanbul’u, Avrupa'nın bittiği ve doğunun kapısı olan mistik şehri keşfeden birinin aldığı keyfi düşünün.

Mesela biz de pekâlâ yıllık iznimizi komple alıp 3-4 haftalığına Avrupa, Güney Amerika veya Güneydoğu Asya’ya gidip 2-3 ülkeyi sadece görmeyeceğiz gerçekten keşfedeceğiz, yeni dostlukları kurup oraların tadını çıkaracağız. İtalya’da dandik pizza veya makarnaya paramızı harcamak yerine o özenerek hazırladığınız seyahat programında belki de Peru veya Vietnam’ın iyi bir şefinin mekânında bir akşam yemeği olacak, o şehirdeki en keyifli barda sohbet olacak. Daha kaliteli içeriğe ve deneyime odaklanacağımız bu seyahatler bizi kişisel anlamda da daha doyuracak.

Aslında bir bakıma iyi de olacak çünkü tüketim çılgınlığının bir yansıması olan içi boş gittim-gördüm tatillerinin yerini anlamlı seyahatler alacak. Belki maddi imkanlar bunu her sene yapmamıza da izin vermeyecek ama o da iki yılda bir gidilecek ve özenle planlanmış bir seyahatten çok daha keyif almanızı sağlayacak.

Her zaman dediğim gibi, Yol Gidenindir!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yunanistan Gezi Notları - Günübirlik Kos

İtalya Gezi Notları – Roma ve Milano

Fransa Gezi Notları - Cote d’Azur